12 Haziran 2012 Salı

ŞÜKÜR NEFSE KARŞI BİR KALKAN GİBİDİR

Allah Kuran'da insanların nefislerinde iki ayrı özellik bulunduğunu bildirmektedir. Bunlardan biri kötülüklerden sakındıran ve iyiliği emreden "vicdan", diğeri ise kötülüğü emreden "fücur"dur. "Fücur" kelimesi; "günaha ve isyana girişmek, fasık olmak, yalan söylemek, baş kaldırmak, haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak, ahlaki çöküntü, takvanın zıddı" anlamlarına gelir. Yani fücur olarak isimlendirilen kavram, insan nefsinin olumsuz özelliklerinin tümünü kapsamaktadır. Allah Kuran'da, nefse fücuru, aynı zamanda ondan sakınmayı, yani vicdanı ilham ettiğini bildirmektedir.

Nefsin fücurunun Kuran'da dikkat çekilen önemli özelliklerinden ikisi "tutku" ve "hırs"tır. Ahireti düşünmeyip dünya hayatına yönelen kimse, dünya hayatına ve onda elde edeceği geçici nimetlere razı olur, sahip olduğu herşeye "hırs" ve "tutku"yla bağlanır. Sanki ölüm ve ahiret çok uzakmış gibi yaşamaya başlar. Nitekim Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren toplumlarda, insanların bu tür bir hırsa sahip olmaları övülen hatta aranılan bir özelliktir. Bir kimse hayata ne kadar çok bağlıysa ve dünyadan menfaat elde edebilmek için ne kadar çok çaba harcıyorsa, aynı çarpık anlayışa sahip insanlar tarafından o kadar takdir görür. Oysa bu düşünce yanlıştır. Elbette insan güzel bir hayat yaşamak için çaba harcamalı ve her zaman, her işinde elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalıdır. Ama bu azim ve kararlılık, 'Allah'ın beğendiği hayatı' yaşayabilmek için olmalıdır. Yoksa bazı insanların, sahip oldukları herşeyi kendilerine verenin Rabbimiz olduğunu unutarak dünya hırsına kapılmaları ve Kuran ahlakından uzak yaşamaları büyük bir hatadır.

 

Kuran'ın "Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz." (Fecr Suresi, 20) ayetiyle, inkar edenlerin dünya malına olan tutkulu sevgilerine dikkat çekilmiştir. Bir başka ayette ise "... Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır..." (Nisa Suresi, 77) hükmüyle Allah, insanların tutkuyla bağlandıkları nimetlerin hepsinin "dünya hayatının metaı" olduğunu hatırlatmıştır. "Meta" kelimesinin sözlük anlamı "az ve değersiz, sonunda yok olucu şey, eşya"dır. Dolayısıyla insanların hırsla elde etmeye çalıştıkları dünya nimetleri ahirettekilerle kıyaslandığında değersiz ve sahtedir.


Dünya hayatının hırslarına kapılanlar sürekli sıkıntıdadırlar. İnsanların yaşamları boyunca karşılaştıkları ve nefislerinin hoşuna giden hırsla bağlandıkları herşey ancak Allah'ın yaratmasıyla mevcut olan, geçici varlıklardır. Bunların gerçeği, çok daha güzeli ve sürekli olanları Allah Katındadır. Kainattaki tüm varlıkların Allah’ın kontrolünde olduğunu, Allah’ın kendisi için daima en güzel ve en hayırlı olanı takdir edeceğini bilen kişiler, tevekküllü ve teslimiyetli bir tavır içerisinde olurlar. Allah'ın herşeyi belirli bir kader doğrultusunda hayır ve hikmet üzerine yarattığını bilir, her işlerinde bunun verdiği huzurla ve hiçbir zaman hırsa kapılmadan hareket ederler. Bir ayette Allah şu şekilde buyurmaktadır:

“… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216)

İnsan her durumda Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükredici olmalı ve imtihanın bir gereği olarak nimetin kısıtlandığı dönemde dahi şükrünü azaltmamalıdır. Hiçbir zaman elinde olmayanları elde etmek için hırsa kapılmamalı, sahip olduklarına da bir tutku ile bağlanmayıp şükredici olmalı ve hayırlarda kullanmalıdır.

Bu gerçekleri kavrayamayanlar ise, dünyanın geçici metalarına aldanarak kendilerine zulmederler. Olayların Allah'tan bağımsız olarak gerçekleştiği yanılgısına kapıldıkları için bunlara müdahale edebilmenin yollarını ararlar. Ellerinden çıkanları yeniden elde edebilmek için her seferinde yeniden büyük bir hırsla mücadeleye girişirler.

Bu kişilerin istedikleri şeylere ulaşamamaları kendileri için içinden çıkılmaz bir üzüntü ve huzursuzluk kaynağıdır. Bundan dolayı sürekli stres içindedirler; bedensel ve ruhsal olarak zarar görürler. İçlerindeki bu sıkıntılardan kurtulabilmek için sonuçsuz çabalara girerler. Oysa bu yaptıklarının kalplerine gerçek huzur ve mutluluğu vermesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü insan ancak Allah'a yönelmekle, Rabbimiz'e teslim olup O'nun istediği ahlakı yaşamakla huzur bulabilir.

Allah, insanlara dünya hayatının sıkıntılarından kurtulmanın ve gerçek mutluluğu yaşamanın yolunu gösterdiği halde, bile bile bundan yüz çevirenler yalnızca "kendi kendilerine zulmetmiş" olurlar. Ancak insan bilerek veya bilmeyerek böyle bir hayatı benimsemiş hayatını boş bir çaba içinde geçirmiş olabilir. Bu içinden çıkılamaz, geri dönülmez bir durum değildir. Önemli olan, her an gelmesi muhtemel olan ölümle karşılaşmadan önce bir kişinin yanlış yolda olduğunu kavraması, tevbe etmesi ve Rabbimiz'in bildirdiği güzel ahlakı yaşamaya çalışmasıdır. Unutulmamalıdır ki Allah tevbeleri kabul eden ve esirgeyendir:

“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Maide Suresi, 39)
Şükür hem büyük bir ibadettir, hem de insanı “azgınlaşmaktan” koruyan bir kalkan gibidir. Çünkü insanın nefsinde, zenginlik ya da güç bulduğunda zalimleşmeye, zorbalaşmaya, vicdansızlaşmaya karşı bir eğilim vardır. Zenginleşir, güzel imkanlara kavuşursa, acizliğini unutmaya ve kibirlenmeye başlar. Şükür, işte bu “azgınlaşmayı” engeller.


Şükreden insan bilir ki eline geçen her nimeti kendisine veren Allah’tır. Bu nimeti de, Allah’ın yolunda, Rabbimiz'in istediği biçimde kullanmakla yükümlüdür. Kendilerine büyük makam, büyük mülk ve hakimiyet verilen Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın tevazu ve olgunluklarının anahtarı budur. Kendisine verilen mülk nedeniyle azgınlaşan Karun’un da yaptığı hata, şükretmeyi bilmemesidir.

Eğer mümin, kendisine verilen nimetlerden dolayı azgınlaşmayacağını, kibirlenip şımarmayacağını yaptığı şükürle Allah’a gösterirse, Allah da ona daha fazla nimet verir. Allah’ın Kuran’da verdiği “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir” (İbrahim Suresi, 7) hükmü, bunu açıkça ifade etmektedir.

Şükür, yalnızca Allah’a söz ile hamd etmekle değil, Rabbimizin verdiği tüm nimetleri Hak yolunda kullanmakla olur. Mümin, kendisine verilen her şeyi, Allah rızası için kullanmakla yükümlüdür. En başta da, Allah’ın kendisine verdiği bedeni O’nun rızasını kazanmak için kullanacaktır.

Kuran’da, Allah’ın nimetlerine şükretmenin, O’nun nimetlerini başkalarına anlatmakla, yani dini tebliğ etmekle olacağı şöyle ifade edilir:

Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, ‘doğru yola yöneltip iletmedi mi?Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme.İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 5-11)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder